Kayıtlar

Kabak Çorbası

  Kabak Çorbası   Tarçın kokulu dolabım, Hayatta sevecek ne çok şey var. Kabak çorbası yapmadan ölmek mi yaşamak? Mutluluk küçük şeyler kadar.

6- Onurdoğan: Yaşam ve Ölüm

6 - Yaşam ve Ölüm / Felix Bir canavar! Çalıların az ötesinde, kamptan otuz ayak uzakta duran bir canavar. Yara izleri bir adamın gerçek madalyalarıdır derdi babam. O yüzdendir ki yeni tanıştığı bir soyluyu, Karaktu’nun toplu hamamlarına götürmeyi asla ihmal etmezdi. İsimlerin önündeki ünvanlar uydurulabilirdi, ancak yaralar, ne kadar solsalar bile, yaralar her zaman ardında bir kesik saklardı. Bu canavar da yaralardan payını bolca almıştı. İmparatorluğun seyrek ağaçları arasında, sırtı, en büyük kayadan bile yüksek ve sert duruyordu. Gözleri perdeli, ölü bir şeyin beyaz rengine sahipti. Koyu kahve derisinde yara izlerinin geride bıraktığı kırmızının her bir minik tonu, taşların üzerinde biriken yosunlar gibi karmaşık bir dansa tutulmuştu. Yaratığın teni o kadar karman çormandı ki. Felix, daha önce böyle bir şeyi sadece başkente yaptığı ziyaretlerde görmüştü. Yaratık, Akademi’deki katranımsı siyah sıvıların mide bulandıran parlak rengine sahipti. Bir rakibin görüntüsü nadiren Felix’in

Küçük Soğuk Martinaise

Pasifiğin dalgalarından da gelse,  Kavurucu metropolden de; Her yol sonunda çıkar oraya Soğuk şehre, çocuklarına.  Evidir insanın, kalbi nerdeyse Kendisi orda olamadığında.      Instrument of Surrender  

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı

5 - Benzediğimiz Kadar Farklı / Felix Yolculuğun ikinci haftasıydı. Felix nöbet tutmayı seviyordu. Orduda geçirdiği günlerden alışmış, bu nöbetler, yatağını ısıtan bir kadın kadar sadık ve güvenilir hissettirmeye başlamıştı. Bu düşüncesini her kimle paylaştıysa şaşkınlıkla karşılanmıştı. Eh, ne orduda kadın vardı ne de nöbetler sıcaktı. Yine de bir asker, nöbet tutan kişilere güvendiği kadar diri uyanır. Felix de bu hayatta en çok kendine güveniyordu. Yine de en gergin olduğu geceler, ayın bu kadar parlak parladığı, bulutsuz gecelerdi. Her şey göz önündeyken, insan baktığı şeyi nadiren görür. “Hiç şeytanları düşünüyor musun?”  Felix sesle irkildi. Bu yersiz görünen sorunun şaşkınlığıyla Agenor’u süzdü. Kafası karışarak konuştu, “Tanrı Mamai’den ötesi beni ilgilendirmez. Kötü ruhlar da aklımın ucundan geçmiyorlar. Şeytanlar veya doğa nemfleri.” Agenor bir eliyle saçlarını kenara itti. Felix’in yanına oturdu. “Hiç de dindar olmana gerek yok. Sonraki hayattan ziyade, bu konular yaşarken

4 - Onurdoğan: Gelecek Yaprakları

4 - Gelecek Yaprakları / Güvercin Yağmur sonunda dinmiş, geride daha sakin geçecek birkaç gün ve bol bol su birikintisi bırakmıştı. İrdin'de yağmurlar nadiren beklenmedik bir vakitte gelirdi. Tanrıların lütfu olacak ki uyanış mevsiminde bir yağmur yağdıktan tam on gün sonra geri gelirdi, ne bir gün geç ne de erken, tam on gün sonra. Bu tür hava olayları Güvercin isimli genç Işıktutan çocuğa hep neşe getirmişti. Tanrıların insanlara çözsünler diye bıraktığı bu küçük bilmeceler onu büyülüyordu. Güvercin üstünde rengarenk bir cübbe ve cübbenin boşluklarından parlayan zincirli zırhıyla göz kamaştırıyordu. Uzun dil dökmeler sonucu Val’i cübbeyi dikmeye zar zor ikna etmişti. Cübbe tek kelimeyle… alışılmadıktı. Işıktutanlardan beklenilen, kendilerini en yakın hissettikleri tanrıyı bulmak ve o tanrının renklerine bürünüp onun doktrinlerini bilgisiz halka tanıtmaktı. Güvercin için bu süre, tanıdığı bütün Işıktutanlardan daha uzun sürmüştü. Tanrılar arasında ayrım yapmak çok olası gözükmeyi

3 - Onurdoğan: Hedef

3 - Hedef Yağmur daha öfkeli yağıyordu. Nikos'un sesi de yağmur gibiydi. "Kimsin sen?" "Şimdilik bir yabancıyım. Birazdan hepinizi savuşturacak kişiyim. Ve ileride sizin yeni yoldaşınızım." "Akılda tutmak için ne kadar da uzun bir isimmiş." Nikos etkilenmiş gibi gözükmüyordu. Beyazı eksik sol gözü onu olduğundan daha korkunç gösteriyordu. Felix duruşunu değiştirdi. Su yılanı tutuşu. Şimdi balta uçlu mızrağı elinden düşürecekmiş kadar gevşek tutuyordu. Bu arkadaşı ikna etmek için normalde planladığımdan daha büyük bir şova ihtiyacım olacak, diye iç geçirdi. "Bana Felix diye seslen o zaman. Senin bir ismin var mı?" Yağmur ikisinin de saçlarının arasından akıp yeri boyluyordu. Nikos dudaklarını yaladı. Soruyu duymazdan gelerek sırtındaki yarım pelerini kenara fırlattı. "Hadi ama Nikos, yapma." Beran bu birbirinden ilginç grupta yağmurdan şikayetçi olmayan tek kişi gibi gözüküyordu. "Biliyorsun Beran, hak edilmiş bir cezayı vermek

2 - Onurdoğan: Kanlı Bir Gün

2 - Kanlı Bir Gün "Daha önce bu kadar büyük bir tane görmedim, Beran abla." Agenor, yerdeki üç parmaklı canavarın ayak izini inceliyordu. Yarık bir insan boyundaydı. Agenor, çukurun yanında diz çökmüş, siyah kapşonu başında minik bir kurta benziyordu. Uzun badem rengi saçları kapşonun altından sarkan kabarık bir yeleyi anımsatıyordu. Beran, kardeşinin sırtına destekleyici bir dokunuş bıraktı. "İyi iş, Agenor. Buradan sonrasında daha da temkinli olalım." Gözünün önüne düşen sarı, kıvırcık bir bukleyi kenara itti. Gözleri ayak izinin gittiği yöne kilitlenmişti. "Başka bir iz görünürde yok gibi. Yine de bu iz fazlasıyla yeni." "Peki ya dallar?" Agenor ve Beran'ın arkasından gelen ses gür çıkmıştı. Nikos isimli adam, Daimsos'luların kömür renkli saçlarına sahipti. Yüzünün sol tarafı süslü bir şapkayla gölgelenmişti. "Dallara ne olmuş?" Agenor hala diz üstündeydi. "Geçtiğimiz yol boyunca dallar paramparça edilmişti. En az seki

1 - Onurdoğan: Yaver

Resim
1 - Yaver Yağan yağmur senenin ilk yağmuruydu ve Maria, babasının yalan söylediğinden şüpheleniyordu. Atını yumuşak toprakta süren babasına daha sıkı sarıldı. "Bugün güzel bir gün olacak." Felix'in sesi kendinden emin çıkıyordu. Her kim olsa bu sözlere inanabilirdi ancak Maria değil. O babasını herkesten iyi tanırdı. "Değil mi, Shev? Bu yağmurda kıyafetleri yıkamana da gerek kalmayacak." “Evet, efendim Lordum Felix. Erel bize yağmurunu lütfetti.” Shev, Felix'e şefkatli bir bakış attı. Felix emin olmayarak kafasını salladı. Tanrıların isimlerine hakim değildi. Onun bilmesi gereken tek bir tanrı vardı ve onu çok iyi biliyordu: Mamai, Altın Mızrak. Maria, Felix’in mızrağını kavradığını gördü. Yağmura teşekkür etmek için bile Mamai’yi düşünüyor, bunu diğer soyluların yanında yapmasa iyi olur. Neyse ki Rubico’nun bu kesiminde soylulardan çok oduncular ve sıkkın İmparatorluk devriyeleri vardı. Asiler Karaktu’yu aşamamıştı ve Karaktu, Rubico’ya çok uzaktı. Maria,

The Day Icarus Died

 In one of the days of past One that stayed its welcome, last Sun was shining more Even brighter than before Earth mold me in the body The wind was the one, shaped my soul The stairs, mountain and the cold Only the top left, that's all.  I run, hop and jump Fly a little, too high "Wax, wax don't melt on me" A view you can't pass by "I flew, higher than any man,  But luck was nowhere to be found.  Sun was shining more Even brighter than before."  Sky was a different blue, I bet On the day Icarus died.  And everyone in the end forget He did fly so high

Uzak Diyarın Şarkısı

Kar yağıyor, bir yerlere Deniz mavi, gök mavi Kaybolmuşum, nefesinde Deniz mavi, gök mavi  Sözleri siyah gecenin Deniz taşıyor kapkara Ayrı gitmez gök, deniz Gün aynı parlayınca Çocuklar mırıldanıyor Soğuk  ülkenin çocukları Aşkımızı anlatıyor Uzak diyardan gelen şarkı: Tia anas migves Madves anas miligves  Rav kilsret rib Elib, neslib, nes rib.

Anlamsı İki Hikaye

 Birazdan anlamsı iki hikaye anlatacak sözlerim.  İlki olasılıklarla bezenmiş, "Farklı olsa nasıl olurdu?" tohumları. Potansiyeli ve bakış açılarını hatırlatıyor bu hikaye bana, bu yüzden seviyorum.  İkincisi biraz daha farklı. İç karartıcı, bunaltıcı, hatırlatıcı ve diğerinden daha da az akılda kalıcı.  Bu hikayeler, boşlar, kabuklar. İçlerinde hiçbir ruh barındırmıyorlar. Ne güzeller esasen, ne de az da olsa anlamlı. Bana kalırsa duygusuz ve vakit kaybı: Sana söylemek istediğim çok şey var. Yapılacak çok şaka, anlatılacak çok olay, paylaşılacak çok anı İçimden gelmiyor şu vakit, ironiktir hayat Bir dans ritmi gördüm rüyamda,  Yanımda sen vardın Bir ileri iki geri Elini kalbime kaydırdın Bir şeyler değişti sonrasında,  Renkleri görür olmuştum Seni düşünürken buldum kendimi Beyazı aşkımla soldurdum Tablom, karmaşam Kargaşayı dışarı çıkarıcam Muzlu rulo, hayaller Kelimeler, kelimeler, kelimeler ------ "Keşke hiç aramasaydım" dedirttin ya bana Nerden bileyim ben gibi

Yabancı Çok Tanıdık Kadın

Varlığın büyülüyor Huzur veriyorsun gülüşünle Seni pek tanımamıştım ama Anneannemin de evi böyle                                                                                                                 idi.

Captive in My Memories

  With those Gogh'y eyes, I know deep in my heart, Is it snowing, is this ice? I am ready to take my part. Through fields of sunflowers, Thunderstorm creates a whole new start. Waiting my fermented blossoms, Still, see them eyes wide shut. Oh, those Gogh'y eyes, An art piece, in disguise, Captivate my soul, a heartfelt tie This is life, with the best surprise.

Yastık

Ne çok çatlak yazdım Çatlayıp ortada kaldım Ne de çok çatlak yazdım Nerede benim insanım? Nerede benim insanım. Çatlakların arasından sızan güneş,  Kara buluttan duvarla bütünleş Kafiyeler çok zor kalleş Yine çatlakları sığdırmışım Çatlayıp ortada kalmışım Yine çatlakları sığdırmışım Çatlayıp ortada kalmışım Bir sır vereyim mi sana Çatlakların arasında Lanetlendim ben yazmakla Çatlakları yazmakla Sadece yazmakla Çatlakları yazmakla Ne mutlu bir hayat Çatlaklarla hatırlanınca Yazmazdım bunları Birazcık aklım olsa Eskiden şarkılar isterdim mezarımda Şimdi fark etmez aslında Geriye bir ben kalmayınca En kötü halimden başka En kötü ben miyim Tembel, korkmuş, utanmış Kendini bir halt sanmış, zaman kaybı Ağzıma gelir kelimeler Ne boş işler Bu bitişler Gitseler Azar azar   Ve kafanı koyduğunda o yastığa Yeni bir gün başlıyor bir kez daha

Değişir Değişimim

Geriye baktın mı beni görme sakın Bir adam duruyor zihninin tekinsiz koridorlarında Duvarlar tanıdıksa boyayası gelmez insanın  Eski çatlak öylece durur, tek kollu saatin yanında Her mevsim değişir değişimim,  Mevsim misali yağan yağmurla. Ve bazen de değişiverir, Buzun suyu sevdiği bir anda

0- Onurdoğan: Giriş

  0- Onurdoğan: Giriş Sessizlik kapının açılmasıyla bozuldu. “Minik şövalyem, uyanmışsın.” dedi açık kapı pervazında bekleyen kadın. Kapının ardından gelen ışık bu karanlık ve küçük odayı doldurmaya çalışıyor ancak kadının siyah siluetiyle karşılaşıp vazgeçiyor gibi gözüküyordu.  “Yol beklediğimden daha uzun,” Raimond gerinerek konuşuyordu. “Ve kamara beklediğimden daha küçük.” Yüzünün ve boynunun birden rahatsız edici bir kırmızıya dönmeye başladığını fark etti, neler saçmalıyorum ben, eğer evim dediğim o çukurdan çekip çıkarılmasaydım kim olurdum? Kadının karanlıkta yüzünü görememesini umut etti. Ben küçük bir haşereyim ve benim yerim de bunun gibi küçük, karanlık delikler. “Nelere layık olduğunun farkındayım, tatlı sör.” Kadın konuşurken karanlığın bir silueti olmaya devam ediyordu. “Rubico limanına vardığımızda seni sana yakışır bir hana götüreceğim.” Kadının sesi büyüleyiciydi. Raimond sadece sözlerini kullanarak insanların zihinlerini ele geçiren büyücülerin hikayelerini duym