0- Onurdoğan: Giriş

 0- Onurdoğan: Giriş


Sessizlik kapının açılmasıyla bozuldu. “Minik şövalyem, uyanmışsın.” dedi açık kapı pervazında bekleyen kadın. Kapının ardından gelen ışık bu karanlık ve küçük odayı doldurmaya çalışıyor ancak kadının siyah siluetiyle karşılaşıp vazgeçiyor gibi gözüküyordu. 


“Yol beklediğimden daha uzun,” Raimond gerinerek konuşuyordu. “Ve kamara beklediğimden daha küçük.” Yüzünün ve boynunun birden rahatsız edici bir kırmızıya dönmeye başladığını fark etti, neler saçmalıyorum ben, eğer evim dediğim o çukurdan çekip çıkarılmasaydım kim olurdum? Kadının karanlıkta yüzünü görememesini umut etti. Ben küçük bir haşereyim ve benim yerim de bunun gibi küçük, karanlık delikler.


“Nelere layık olduğunun farkındayım, tatlı sör.” Kadın konuşurken karanlığın bir silueti olmaya devam ediyordu. “Rubico limanına vardığımızda seni sana yakışır bir hana götüreceğim.” Kadının sesi büyüleyiciydi. Raimond sadece sözlerini kullanarak insanların zihinlerini ele geçiren büyücülerin hikayelerini duymuştu ve şu an ona olan şeyin bu olup olmadığını düşünerek kendini eğlendiriyordu. “Daha büyük bir gemi tutabilirdim ama biliyorsun,” kadın durakladı. “Dikkatleri üstümüze çekmemeliyiz.” 


Görev bilinci, Raimond’un üstüne ağır bir yük gibi çöktü. Kendimi yük arabası çeken bir kodom gibi hissediyorum. “Ah küçük şövalyem, sen özelsin. Kalbindeki şey kimsede yok görebiliyorum.” Eh, özel bir kodomdum en azından. 


Raimond sorumluluk almaktan gerilirdi. Hayatım boyunca çok da sorumluluk almam gerekmemişti. Ama şimdi işler farklı, diye düşündü. “Haklısın biliyorum,” sesi kararlı çıkmıştı. “Bana geldiğin zaman bu işin ne kadar zor olacağını biliyordum, her şeyi göze aldım.” Doğrusu hiçbir fikri yoktu. Bu kadınla beraberken kendini kararlı ve kendinden eminmiş gibi göstermeye çalışıyordu, o gerçekten aşağılık bir adam gibi hissediyordu ancak diğerlerinin bunu görmesine gerek yoktu. Aynı kadının benden beklediği gibi minik bir şövalye olacağım.


Kadın kapının pervazından çekildi ve ışığın odayı doldurmasına izin verdi. Raimond ışığın gözüne girmesini engellemek için bir elini kaldırdı. Kadın siyahlara bürünmüştü. Boynunda beş siyah küreden oluşmuş bir kolye takıyordu. Kollarından ve omzundan sarkan uzun tüller vardı. Saçlarını kafasının üstünde karmaşık bir örgüyle toplamıştı, saçı da siyahtı. Her hareketiyle dalgalanan kıyafeti Raimond’a bir hayaleti anımsatıyordu. Kadın yavaşça masanın üzerine uzandı ve bir mum yaktı. Mumun ışığıyla beyaz teni daha da ortaya çıktı. Boynundaki kolye yıldızlı gökyüzünü anımsatıyordu. Raimond, kolyenin üstündeki gökyüzünün aynısını bir gün önce gördüğüne yemin edebilirdi. O süzülüyor, o gerçek bir melek ve bende kimsenin daha önce görmediği bir şeyler görüyor. Raimond’un kendisinin bile görmediği bir şeyler. 


Kadın masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdu ve diğerini de Raimond için çekti. Raimond kendini toparlayıp yatağının yanından sarktı ve kamarasının tahtalarını gıcırdatarak kadının yanına geçti. Kadın kol yeninden siyah bir cisim çıkardı ve gözlerinin önünde tuttu. Büyülenmiş bir şekilde elinde tuttuğu kağıt parçasına bakıyordu. Bu kadın anlamsız şeylerde bir değer görüp duruyor. Benim gibi… Düşünceleri ağırlaşmaya başlayınca kendini silkeledi, kadın Raimond’ın çırpınışlarını fark etmiyor gibi gözüküyordu. Raimond masaya oturmadan önce kamarasına bir göz gezdirdi. Bir yatak, ayak ucunda tek kilitli bir sandık, temiz kıyafetlerini asması için bir dolap, iki sandalye ve bir çalışma masası. Bu oda küçük ve şatafattan uzaktı ancak hayatı boyunca hayalini kurduğu bir odaydı aslında, yine de fazlalıklarla doluydu. Kadınla tanışmadan önce olduğu adamın değerli eşyalarını saklamak için bir sandığa ya da temiz kıyafetlerini asmak için bir dolaba ihtiyacı yoktu. Çalışma masası ona bir hakaretmiş gibi geliyordu, çünkü o okuma yazma bile bilmiyordu. Belki de artık okuma yazma öğrenmeye başlayabilirim. Bunu Carmina’ya söylemeliyim, eminim onun da hoşuna gider. Homurdandı. Evet, ben buyum, büyük bir potansiyelim. Geleceğinde önemli işler yapmak olan seçilmiş birisiyim. Eski hali onu korkutuyordu. O yüzden şu an dönüşmekte olduğu şeyi bol bol kendisine hatırlatması gerekiyordu. Şimdilik onurlu bir şövalye gibi rol yapıyordu ama her geçen gün gerçekten de o şövalyeye dönüşebileceğine olan inancı giderek artıyordu. Bir dua dudaklarından fısıltıyla çıktı. “Mamai, şövalyelerin tanrısı, beni o adama dönüştür.” Şaşırmıştı. Tanrıları pek tanımazdı ancak tapınakların bahçelerinde geçirdiği günlerde birçok farklı duaya şahit olmuştu. “Tanrım oğlumu kurtar, tanrım bu savaşı bitir, tanrım beni zengin et…” O, zor zamanlarda tanrılara sığınan insanlara her zaman yukarıdan bakmıştı. Eh, yukardan bakabileceği başka kimseler yoktu aslında. Eskiden olsa bu duayı ettiği için kendinden nefret ederdi. Eski işe yaramaz halini düşünmeyi bırak. 


Masaya yaklaştı ve kadının elindeki kağıt parçasına baktı. “Bir örümcek mi?” diye sordu. “Evet.” dedi kadın, gözleri kağıt parçasına kilitlenmişti. Kadının cevabının bu kadar kısa olmasını beklemiyordu. Şimdi arkasındaki anlamı kendisinin sorup çıkarması gerekecekti. Her şeyi kendim yapmam gerekmesinden nefret ediyorum. Hafifçe hırladı ve konuşmaya başladı. “Kağıt katlamakla ilgilendiğini bilmiyordum.” Yine sessizlik. “Carmina, duydun mu beni? Kağıt katlamakla ilgilendiğini daha önce…” Raimond konuşmayı yarıda kesti. Kadın başını çevirmiş, delici gözlerle Raimond’ı izliyordu. Bu bakışı biliyorum. O lanet olası bakış bende bir şeyler görüyor, bu anlamsız kağıt parçasında gördüğü gibi. Raimond yolculuk boyunca aynada kendine uzun uzun bakmıştı ancak kadının onda gördüğü şeyin bir kırıntısını bile bulamamıştı. Onun gördüğü iri, kokuşmuş ve işe yaramaz bir insan artığıydı. Yine de bu seferki bakış diğerlerinden farklı. Raimond kendini rahatsız hissetmeye başladı. Her şey fazlasıyla sessiz ve hareketsizdi. Yutkundu, tırnaklarıyla sakalının altındaki yarayı kaşıdı, nefes alışları hızlanmıştı. Panikliyordu. Küçük bir örümcekten korkuyorum, ne saçma.


“Bir sonraki aşamaya geçme vaktimiz geldi.” Kadının sesi neşe doluydu, bir çocuğun sevincini anımsatıyordu. Raimond hiçbir şey söylemeden kadını izliyordu. Üstündeki karamsar siyahlar ona hiç yaramıyor, onun ışığını kapatıyorlar. Ama ışık yine de bir şekilde gün yüzüne çıkıyordu, parmakların arasından sızan güneş ışığı ve kum taneleri gibi. Raimond kendini tekrar silkeledi. “Bir sonraki aşama mı?” Kadın yüzünden Raimond da neşeliydi, sesinde alaycılık vardı. “Ben ilk aşamaya bile geçtiğimizin farkında değildim.”


Kadın elindeki kağıttan örümceği masaya bıraktı, bir yumruk boyundaydı ve karanlık odada gerçek bir örümcek gibi gözüküyordu. Karanlıkta nadiren bir şey, olduğu gibi gözükürdü. “Ah tatlı, nazik şövalye.” Eliyle Raimond’un sağ yanağına dokundu, eli buzdan yapılmış gibiydi, soğuk ve sertti. Kadının yüzü hiç olmadığı kadar canlı gözüküyordu. Tezatlıkların kadını. Siyah bir ışık ve soğuk bir canlılık. “Sen şimdi iyice dinlen, uzun bir yolculuk olacak.” Kadın ayağa kalktı. Raimond merakla bir kaşını kaldırdı ancak daha o hiçbir şey söylemeden kadın arkasını dönmüştü. Raimond kendini yorgun hissediyordu. Yüzü yorgundu, gülümsemesi yorgundu ve kesinlikle zihni yorgundu. Gözlerini yere diktiğini fark etti, eskimiş ve yosun tutmuş kalaslara bakıyordu. Bunu yapmayı bırakmalıyım, sen artık o eski işe yaramaz değilsin, sen bu diyardaki insanların çoğundan daha değerlisin. Kafanı kaldır! Kapı sertçe çarptı. Bir süre nefesini tuttu ve öylece kaldı. Ürkekçe kapıya baktığında odada yalnız başınaydı.


✦✦✦


Raimond mütevazı kamarasından dışarı hızlı bir adım attı. Ayaklarının açılması ve ciğerlerine biraz temiz hava dolması için koridoru geçip güverteye çıktı. Uçsuz denizi gördü, önüne serilmişti. Arkasında İmparatorluk’un açık ovaları dizilmişti. Sonbaharın iyice yaklaşmasıyla bitkilerin renkleri sarı ve yeşilin karışımıydı. Üçüz Şehir Duvarı’nın kuzeyinde insanın belini aşan bitkiler nadiren yetişirdi. İmparatorluk’un coğrafyası da insanı gibiydi, evcilleştirilmişti. Karaya yakın yolculuk ediyorlardı, Corfinium’dan Rubico’ya karadan da gidilebilirdi ancak deniz her zaman daha hızlı ve daha güvenliydi. Adur Denizi yılın bu zamanı sakin olurdu. Yine de Raimond denizden hiç hoşlanmıyordu. Zengin insanların zengin ulaşımı. Homurdandı. Ne kadar sakin olursa olsun yüzme bilmeyen birisi için gemiden düşmek ölüm demek. İçinde bir ürperti hissetti. Eğer düşecek olursa, siyah kadının ona verdiği metal plaka zırh işleri hiç de kolaylaştırmayacaktı.


Gemide uzun vakitler geçirmişti ve artık midesinin bulantısına alışmıştı. Ama o yine de denize alışamamıştı. Mide bulantıları tanıdıktı ama deniz değildi. Güverte sakindi. Sadece geminin birkaç kişilik tayfası vardı ve tek yolcular kadınla Raimond’du. Güvertede kadından iz yoktu. Geminin tayfası işlerini sistematik bir şekilde yerine getirirken hayretle denizin ortasında onlara eşlik eden kuşlara bakıyorlardı. Kuşlar da onun gibiydi. Deniz onlar için de yabancıydı. Geminin kaptanını gözüne kestirdi ve yanına yürümeye başladı. Zırhı her adımda tıngırdıyor ve kendisini bir şapşal gibi hissetmesine sebep oluyordu. Hikayelerdeki şövalyeler eminim hiç de benim gibi gözükmüyorlardı. İç çekti. 


“Kaptan Barlal,” diye seslendi bir elini kaldırarak. Kaptan; kel ve tıknaz bir adamdı. Vücudu adeta bir top gibi yuvarlaktı. Sardica adalarındandı. O adanın insanlarının diğer insanlardan bir baş kısa oldukları ve tenlerinin güneşten pişerek garip bir kırmızı renge büründüğü söylenirdi. Kısalık mevzusu doğruydu ancak kaptanda o bahsedilen kırmızı deriden eser yoktu. Yaşı genç olmasına rağmen sarkık yüzü erimiş bir peynir gibi gözüküyordu. “Her şey yolunda mı, gemi neden hareket etmeyi bıraktı?”


Barlal kimin konuştuğuna bakmak için döndü. “Rüzgarlar kesildi, yolculuk planladığımızdan biraz daha uzun sürecek gibi.“ Ağır bir aksanı vardı, kelimeleri ağzının önünde döndürüyor ve cümle sonlarına özellikle baskı yapıyordu. “Hem durmadık, denizdeyken durmak diye bir şey yoktur. Hareket ediyoruz sadece senin eğitimsiz gözlerin fark etmiyor.” Sesinde aşağılama vardı ve bunu gizlemek için uğraşmıyordu bile. Barlal zırhın içindeki şeyi görüyordu. O biliyordu ki, bir haşereye zırh geçirsen bile o hala bir haşereydi. Yolculuğun tüm parasını siyah kadın ödemişti, planları o yapmış, Raimond’u bile o tanıtmıştı. Barlal’ın saygı duyduğu kişi parasını ödeyen Carmina’ydı, onun yanında gezdirdiği parlak zırhlı süs köpeğine saygı duymasına gerek yoktu. Hay böyle işe! Karaya indiğimizde kontrolün kadında değil bende olduğunu göstermem gerekecek.


Raimond, Barlal’ın sözlerini umursamadı ve devam etti “Kürek çekemez mi senin tayfan?” Barlal kafasını eğip iki yana sallıyordu. Şu cüceyi kendi ellerimle öldüreceğim, belki de ilk kahramanlığım bu olur. “Sen böyle konuları bilen insanlara bırak. Böyle bir yelkenlinin kürek çekme delikleri yoktur,” kıkırdamaya başladı. Sesi kulak tırmalıyordu. “Ne yapacağız yoksa adamlarımı ayaklarından tutup geminin yanından mı sarkıtacağız.”


Raimond’un sesi soğuktu. “Kaç gün?” Barlal kahkahalarının arasından onu duymuyor gibiydi. Aptal zenginler ve onların aptal şakaları. Raimond neyin bu kadar komik olduğunu anlamamıştı. “Kaç gün?” Avazı çıktığı kadar bağırdı. Barlal’ın kahkahası kesildi. Şimdi diğer mürettebat da ona bakıyordu. Barlal ona karanlık bir bakış attı. Onun otoritesine zarar veriyordu ve bu tür insanlar için otorite paradan daha çok şey satın alırdı, daha değerliydi. “Bir gün bile değil onurlu lord. Tanrının rüzgarı kesmesi size sekiz saate maal olacak.” Fısıltıyla konuşmaya devam etti. “Ve benim de sensiz geçirebileceğim sekiz saatime.” Yine umursamamıştı, Raimond’un duyup duymaması fark etmezdi. Barlal biliyordu, Raimond’un yapabileceği hiçbir şey yoktu. Tanrılar aşkına daha bu adamı bir korkak olmadığıma ikna edemiyorsam Rubico’ya gittiğimizde ne yapabilirim!


Hızlı adımlarla güvertenin ucuna, trabzanlara yürüdü. Yolculuk boyunca ilk kez trabzanlara tutundu ve denize baktı. Kahrolası bir yaratığa bakıyorum sanki, bu yaratık beni canlı canlı yiyecek. Esmer tenli bir miçoya elini salladı ve bağırmaya başladı. “Bana hızlıca bir ip ve bir kürek getir oğlum.” Miço yaptığı işten başını kaldırdı ve Raimond’un suratına boş bir bakış attı. “İp ve kürek dedim, hemen!” Raimond yutkundu. Eğer çocuk dinlemezse kendini edebileceği en kötü şekilde rezil etmiş olacaktı. O bir kahraman değildi, o bir şövalye değildi. Liderlik yetenekleri yoktu, insanlar onda dinlemeye değer hiçbir şey bulmuyordu. Belki de rol yapmayı bırakmanın vakti gelmişti, eğer eski benliğine dönerse…


Miço bir anda koşmaya başladı. Mürettebat emir verilmeye alışıktı ve otoriteye saygı duyardı. Raimond bir adamın hiç bu kadar hızlı koştuğunu görmemişti. Miço hiç sorgulamamış, ölüm kalım meselesiymişcesine ip ve kürek bulmak için koşturmaya başlamıştı. İsteğin ne olduğu ya da ne kadar saçma olduğu önemli değildi, tek önemli olan şey otoriteydi. Raimond iyi bir lidere dönüşüyordu.


✦✦✦


Raimond ölümün gözünün içine baktı. Tepetaklak bir vaziyette geminin yanından sarkıtılıyordu. Denizle arasında santimler vardı. Zırhını çıkaracak vakti olmamıştı, ayağına ipi bağlamış ve aşağı inmişti. Sen delisin, koskoca gemiyi tek bir kürekle mi hareket ettireceksin.  Geminin bir gıdım bile hareket etmeyeceğini biliyordu. Burada olan şey farklı bir şeydi, Raimond tam olarak ne olduğunu kavrayamasa da. Bu verilmesi gereken bir ders gibi görünmüştü, kahramanlar bunu yapardı. Alnından süzülen bir damla ter denize düştü. Beynine akan kan fark edilir seviyedeydi. Yüzünün kızardığını bu vaziyette bile hissedebiliyordu. Eh, en azından bu haldeyken kimse kızardığımı göremeyecek. 


Küreği sıkı sıkı kavrıyordu. Ayaklarının bağlı olduğu ip mürettebat tarafından tutulsa bile Raimond bir oraya bir buraya sallanıyordu. Eğer bırakırlarsa ölü bir adam olurum, lanet, lütfen bırakmayın. Gözlerini sıkıca kapadığını fark etti. Kendini rahatlatmak için derin nefesler alıp vermeye çalıştı ancak işe yaramıyordu. Kürek çekmek için görmeme gerek yok. Hızlı bir hareketle küreği suya soktu. Yüzüne sıçrayan soğuk su ona siyah kadını hatırlattı. Soğuk bir canlılık. Tüm gücüyle küreği tuttu ve suyun içinden arkaya doğru çekti. Gözlerini yavaşça açtı. Hiçbir şey olmamıştı. Tabii ki hiçbir şey olmayacaktı. Ama neden sonra tayfa tezahürat yapmaya başladı. Ne olduğunu görmek için kafasını kaldırmaya çalıştı ancak rüzgar saçlarını yüzüne yapıştırıyordu. Neler oluyor, lanet rüzgar! Duraksadı. Kontrolsüzce gülmeye başladı. Demek tanrıların rüzgar vermek için tek ihtiyaç duyduğu şey benim gibi bir ahmağın kendini gemiden sarkıtmasıymış.


Ayağındaki ip onu yavaşça yukarı çekti. En tepeye ulaştığında tayfadan birkaç kişi onu kollarından tuttu ve ayağı üstüne yerleştirdi. Tezahüratlar güçlenmişti. “Parlak Zırh, Parlak Zırh, Parlak Zırh!” Raimond etrafına bakındı. Rüzgarla dolan yelkenleri gördü, onun etrafında toplanmış tezahürat eden insanları gördü ve arkada, kamarasına doğru giden, kızgın Barlal’ı gördü. Demek kahraman olmak böyle bir şeydi.


Geminin uzun boylu gözcüsü Raimond’un omzuna atıldı. “Kim bilebilirdi bu lordun rüzgar çağırma yetenekleri de olduğunu.” Raimond’ın başı dönüyordu. Şimdi anlıyorum… Carmina’nın beni neden seçtiğini anlıyorum.

Gemicilerin en genci on üç yaşlarında bir çocuktu, elinde bardaklarla yukarı çıktı. “Sırık, kahramanımıza biraz yer aç.” Barlal’daki aynı şive bu çocukta da vardı, sadece Barlal’ınki kadar belirgin değildi. İçkileri Raimond’a uzattı ve Raimond da bir tanesini alıp kafasına dikti. İnsan ölümden döndüğünü ne çabuk unutuyor. Eh, alkolün de yardımı olmuyor değil. Kükreyerek bardağını bitirdi ve bir kenara fırlattı. Tezahüratlar hararetlendi. Şimdi hem ona, hem rüzgara hem de yeni gelen sert roma tezahürat ediyorlardı. Bunlar benim insanlarım diye düşündü.


✦✦✦


Mum ışığı artık odayı aydınlatmaya yetmiyordu. Deniz yine durulmuştu. Raimond’a uzak gelen başka anıları hatırlattı bu. Ölü bir deniz. Bu gece uyuyamamıştı, bir şeyler yanlış hissettiriyordu. Yatağından kalktı, hava almak için güverteye çıkacaktı. Akşamları deniz daha da korkunç gözükse de son macerasından sonra içinde bir cesaret patlaması yaşıyordu. Kamarasının kapısını yavaşça açtı, tüm gemiye sessizlik hakimdi. Birkaç mürettebat nöbet tutuyor geri kalanı da sonraki günkü yorucu işleri için odalarında güç topluyordu. Eğer doğru hatırlıyorsa evvelsi gün ona ipleri getiren miço da bugün nöbet tutacaktı. O olaydan sonra onunla konuşacak fırsatı olmamıştı ve ona teşekkür etmek istiyordu. Hayatı boyunca ona inanan nadir insanlardan biriydi. Üstüne zırh plakasını geçirdi kılıcını kemerine astı. Bu ona güven veriyordu. En azından bu zırhın içindeki kişiyi seviyorum.


Kamaraları birbirine bağlayan dar koridordan ilerlerken miçonun arkası dönük bir şekilde merdivenlerde durduğunu gördü. Lanet, adını bilmiyorum. Bir kahraman bu konularda da iyi olmalı, sadece fiziksel güçte değil. Bunu kafasına not etti. Son günlerde iyi bir kahraman olmak için çok çaba harcıyordu. Eh, iyi bir kahramana da dönüştüm baksana bana. Hafifçe seslendi, yan kamaralardaki tayfayı uyandırmak istemiyordu. “Hey evlat, ben sana teşekkür etmek…” Sözünü yarıda kesti. Miçonun koyu teninin üstü mor ve yeşil damarlarla kaplıydı. Damarlar… Parlıyor muydu? “Hey miço evlat, iyi misin?” Sesi istemeden yüksek çıkmıştı, eliyle adamı kavradı. Adamı döndürdüğünde gözlerini gördü. Gözlerinin içi düz bir tuval kadar beyaz ve pütürlüydü. Tek bir hayat belirtisi bile yoktu. 


Raimond geriye doğru sendeledi. Neler oluyor! Nefes alışları hızlanmıştı. Bir siluetin miçonun donmuş bedeninin yanında durduğunu fark etti. Siyah siluet ay ışığının koridora girmesini engelliyordu. Raimond ayağa kalktı. “Sen miydin,” rahatlamıştı. “Bir şeyler oluyor burada.” Siyah kadına doğru aceleyle birkaç adım attı. Kadına iyice yaklaştığında yerinde dona kaldı. Kadın gülümsüyordu. “Carmina, neler oluyor?”


Kadın yavaş bir adım attı, Raimond da geriye bir adımla onu takip etti. Aralarındaki mesafeyi korumak istiyordu. Eline kemerinde asılı olan kılıcı aldığını yeni fark etti. Kadının sesi büyüleyiciydi. “Onun ölmesine gerek yoktu ancak anlaşılan seni çok sevmiş.” Kafasıyla miçoyu işaret ediyordu. Raimond içinde bir ürperti hissetti. “Belli ki bu zavallı çocuğun üstünde bir iz bırakmışsın.” Kadının gülümsemesi sürüyordu. O çocuğu ben öldürdüm.


“Ah tatlı şovalyem, hep biliyordum senin özel olduğunu. Sen seçilmiş birisin, dışarıda bir yerde hayatlarına devam eden bir çoğu gibi. Çok önemli bir amaca hizmet etmek için seçildin.” Raimond ve kadının adımları adeta bir ritim tutuyordu. Tak ve tak. Ardı ardına geliyorlardı. Raimond sırtının koridorun duvarına değdiğini hissetti. Arkasındaki rutubet dolu ve yosunla kaplı tahta parçasına dokundu. Ölmek için ne kötü bir yer. Siyah bir karanlık, soğuk ölüm.


Raimond kendini silkeledi. Burda ölmeyecekti, bugün değil. Kadın haklıydı o seçilmiş biriydi. Bu durumdan da kendini kurtarabilirdi. Kılıcını iyice kavradı. Kadın zihnini okurmuş gibi konuşmaya devam etti. “Minik şövalye,” kollarını yanlara açtı ve bekledi. “Sana kendini kurtarmak için sadece tek bir şans veriyorum.” 


Raimond temkinliydi, bunun bir tuzak olduğu aşikardı. Etrafına baktı. Koşarak kaçamazdı, yolu kadın kapatıyordu. Tek bir darbe ve sonra özgürsün, kendine cesaret veriyordu. Ciğerini havayla doldurdu, çıkarabildiği kadar yüksek bir nida attı, kadına koştu ve kılıcını havaya,  başının üstüne kaldırdı!


Kılıç hiçbir zaman yere inmedi. Kadın karşısında duruyordu ama kılıç havada asılı kalmıştı. Büyü mü? Raimond terlediğini hissetti, kadını küçümsemişti. Kadın başını iki yana sallıyordu, ellerini yavaşça indirdi. Raimond kafasını kaldırıp yukarı, kılıca doğru baktı.


Beyninde bir şimşek çakmış gibi hissetti. Ağlamak istiyordu. Kılıcı havaya savurduğunda kılıç tahta tavana saplanmıştı, koridor çok küçüktü. Ben seçilmiş kişi olmak istemiyorum, eve dönmek istiyorum. “Tanrım, anne, her kim duyuyorsa! Beni buradan kurtarın!” Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Pis sakalının altındaki yara izlerinden akıp yere düştüler. Hiçbir kamaranın kapısı açılmıyordu. Duymuş olmalılar, sesimi, beni. Beni kurtarmak için gelecekler… Gelmeyeceklerdi… Barlal, küçük piç.


Kadın dudağını büzmüş onu izliyordu. Aklının derinliklerinden nasıl şeytanlıklar geçiyor! Raimond öfkeyle tekrar haykırdı. “Burada ölmeyeceğim!” Kılıcı tavanda saplı bir şekilde bıraktı ve zırhla kaplı ellerini kadının açıktaki beyaz boynuna uzattı. Ama ulaşamıyordu. Kadının boynundaki beş kürenin parladığını gördü. Kolyedeki gökyüzü normalde olduğundan daha karanlık gözüküyordu. Raimond havada donup kaldığını hissetti. Sanki zırh… Onu sıkıyor ve görünmez bir iple havada asılı bırakıyordu! 


“Burada ölmeyeceksin cesur savaşçı, buna izin vermeyeceğim.” Kadın, elleri öne doğru uzanmış vahşi bir heykelin yanından süzülüp geçti. Raimond zırhın içinde hareket edebiliyordu ancak ne kadar yüklenirse yüklensin zırh bir santim bile oynamıyordu. Kadın Raimond’un kemerine uzandı. “Tek doğru bir darbe işi bitirirdi biliyor musun? Tuzak falan yoktu, düşündüğünün aksine.” Raimond’un kemerinde asılı olan bir hançer çıkardı. Hayal kırıklığına uğramış gibi gözüküyordu. “Koridoru incelemek için fazlaca zamanın vardı, yanlış silahı seçtin.” Tavandaki kılıca doğru döndü. “Ya da yanlış tekniği. O kılıcı direkt kalbime sokabilirdin. Her şeyi tek seferde bitirirdin.” Raimond titriyordu. “Ben işe yaramazım.” Raimond’un sesi güçsüz çıkmıştı. Kadın sanki onun varlığının farkına tekrardan varmış gibi arkasını döndü. “Ah gerçekten de işe yaramazın tekisin.” Çocukça kıkırdıyordu. Raimond kusacak gibi hissetti, adeta kanı vücudundan çekilmişti. Soğuk soğuk terliyordu. Kadın devam etti. “Kalbindeki bu çaresizlik… Sen bu yüzden özelsin. Seni işe yarayacak bir şeye dönüştüreceğim.”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı

Anlamsı İki Hikaye