4 - Onurdoğan: Gelecek Yaprakları





4 - Gelecek Yaprakları / Güvercin


Yağmur sonunda dinmiş, geride daha sakin geçecek birkaç gün ve bol bol su birikintisi bırakmıştı. İrdin'de yağmurlar nadiren beklenmedik bir vakitte gelirdi. Tanrıların lütfu olacak ki uyanış mevsiminde bir yağmur yağdıktan tam on gün sonra geri gelirdi, ne bir gün geç ne de erken, tam on gün sonra. Bu tür hava olayları Güvercin isimli genç Işıktutan çocuğa hep neşe getirmişti. Tanrıların insanlara çözsünler diye bıraktığı bu küçük bilmeceler onu büyülüyordu.


Güvercin üstünde rengarenk bir cübbe ve cübbenin boşluklarından parlayan zincirli zırhıyla göz kamaştırıyordu. Uzun dil dökmeler sonucu Val’i cübbeyi dikmeye zar zor ikna etmişti. Cübbe tek kelimeyle… alışılmadıktı. Işıktutanlardan beklenilen, kendilerini en yakın hissettikleri tanrıyı bulmak ve o tanrının renklerine bürünüp onun doktrinlerini bilgisiz halka tanıtmaktı. Güvercin için bu süre, tanıdığı bütün Işıktutanlardan daha uzun sürmüştü. Tanrılar arasında ayrım yapmak çok olası gözükmeyince bütün tanrıları eşit derecede temsil edebileceği kanaatine varmıştı. Sekiz tanrı için sekiz farklı renk.


Bu parlayan adama zıt olarak Val tamamen siyahlar içindeydi. Üstüne, vücudunu saran ve vücudunun hatlarının belirsizleşmesine sebep olan kat kat deri parçaları giymişti. Şekilsiz formu kafa karıştırıcıydı ve iç ürperticiydi. Geryon’un dağ halkına has yüz boyalarıyla gözlerinin altına patlayan kırmızı bir renk sürmüştü. Renk esmer derisinde iyice belli oluyordu. İpek gibi düz saçları düzgün bir çizgide kesilmiş ve omzuna uzanıyordu.


Şimdi bu iki adam üç katlı bir binanın çatısında oturmuş Rubico karargahını gözlüyorlardı. Güvercin düşüncelere dalmış gökyüzüne bakıyordu. Kafası düşüncelerle çalkalanıyordu, Acaba tanrılar yağmuru on günlük takvimimize uyması için mi bu arayla gönderiyor? Yoksa biz mi tanrılara uymak için takvimimizi bu şekilde kullanıyoruz?


Düşünceler bir nehir gibiydi ve Güvercin bu nehrin akmasına her fırsatta izin veriyordu. Aelinu onun kalbini hayat ağacından topladığında Güvercin'in içine bir tutam da merak fısıldamıştı. Val'in dürtmeleri nehri biraz olsun yavaşlattı. Sesi bir adam için fazla yumuşak ancak bir kadın için fazla sertti, "Evet, Nikos haklıymış. Ekvatol Maximus kaçakçıların sakladığı parayı alıyor."


Val, Güvercin'e garip silindir bir alet uzattı. Bu alet uzaktaki görüntüleri yakına taşıyordu. Güvercin de içine baktı. "Sence bu ne anlama geliyor?"



"Şehrimizin valisi ekstra gelir kazanmanın bir yolunu bulmuş anlamına geliyor. Hmm, demek imparatorluk askerleri kaçakçıları yakalamakta kötü değilmiş, sadece yakalamak istemiyorlarmış."


Güvercin kafasını kaşıdı. "Peki ne yapacağız şimdi?"


Val'in gözleri patlayan bir kırmızıyla parlıyordu.


✦✦✦


Güneş Rubico’nun doğu duvarına dayanmış batıyorken Val ve Güvercin taştan hana vardılar. Güvercin hancı Oliver’a bir baş selamı verip üst kata doğru ilerledi. Eğer normal bir gün olsaydı muhabbet etmeyi çok isterdim Oliver, diye düşündü, ancak bugün olmaz. Bugün beklenmedik bir ziyaretçimiz varmış.


Merdivenleri çıktı ve Bıçkınların olduğu odayı ritmik bir şekilde tıklattı. Kapının yanına yaslamış Val’in canı sıkkın görünüyordu. Bu adamın herhangi bir duygu gösterdiği zamanlar bir elin parmağını geçmezdi. Bu Güvercin’in içini ürpertti. Kapı dakikalar gibi hissettiren bir süre sonra açıldı. Beran ikiliyi süzdü, yüzü solgun gözüküyordu. Güvercin bunu fark etmişti. “Bugünün avı zor geçmiş olmalı saygıdeğer iz sürücü.” diye seslendi.


Beran ten renginin farkında değilmiş gibi şaşırdı. Sonra ellerini gözünün önünde tutup inceledi. “O kadar uzun bir gün oluyor ki aklımdan çıkmış. Hem bırak şu saygı meselelerini bana ismimle hitap edebilirsin.” Beran kafasını iki yana salladı. “Hiç anlamıyorum siz başkentlileri.”


Güvercin gülümsedi. Ben de bazen kendimi anlayamıyorum ne ilginç bir bilmece olsam gerek. Düşünce nehri akmaya başlamadan kendini silkeledi. Nehirler durmamalıydı ve bu yüzden davranışı yanlış hissettirse de şu an halledilmesi gereken başka meseleler vardı. “Nikos nasıl?” Soruyu sorarken Güvercin kalbinin sıkıştığını hissetti.


Beran dudağını büzdü. “Duydun demek.”


“Duymadım aslında, hissettim…” Sessizlik. “Gözü mü?”


Beran teredddüt etti. “Evet, sol gözü. Agenor’un bıçağıyla kesildi ancak yapılması gerekiyordu. Sen…” Beran’ın yüzünü Güvercin’in kavrayamadığı garip bir duygu ifadesi aldı. Kafasını iki yana salladı. “Siz başkentliler ve garip yetenekleriniz.”


Güvercin’in garip yetenekleri olduğu doğruydu ancak bu yetenekler kesinlikle diğer başkentlilere has değildi. Düşünce nehri aktığı zaman Güvercin bazen gelecekten parçaları da yakalıyordu. Hiçbir zaman kesin olarak bilemiyordu ancak şimdiye kadar bu yeteneği yanlış çıkmamıştı. Az ötede bir ağaç var. Ben o ağacı daha görmeden, nehrin akıp getirdiği bir yaprak parçasından ağacın neye benzediğini tahmin etmeye çalışıyorum. Güvercin bu gelecek yapraklarının ne sıklıkla geldiğini ve anlamlarını hala çözememişti. İç güdüleri ona burada bir örüntü olduğunu söylüyordu ancak örüntüyü çözmek için daha yolun çok başındaydı.


Val; Beran ve Güvercin konuşurken kafasını mum ışığıyla aydınlatılan odaya uzattı. Ardından diğer ikili de onu takip etti. Bu oda hanın en büyük odasıydı. Bir nevi sekiz kişilik bir barakaydı. Dikdörtgen şeklindeki odanın iki ucunda da taştan bir şömine, her iki tarafta dört yatak ve her yatağın yanı başında bir sandık vardı. Şimdiyse Güvercin’in tanımadığı iki adam ve bir kız Nikos ve Agenor’un karşısındaki yatağa oturmuş çay içiyorlardı. Arkaları Güvercin’e dönüktü. “Sayın misafirlerimiz,” Güvercin hafif bir baş selamı verdi ve Nikos’un yanına oturdu. “Ben Güvercin ve bu kapı ağzındaki arkadaşım da Val. Tanıştığımıza çok memnun olduk.” Elini dostça, ayağı turnikeli adama uzattı.


Adam yanındaki kıza hızlı bir bakış attı ve konuşmaya başladı. “Ben Felix Onurdoğan, yanımdakiler ise kızım Maria ve güvenilir yaverim Shev.” Güvercin’in elini sıkıca kavradı. Elleri taş gibi sert.


“Şaşırdın mı dostum?” Nikos konuşmuştu. Güvercin’e dönmüş sol gözünü gösteriyordu. “Gerçekten çok şaşırdım.” Güvercin yalan söyledi. Nikosla ilgili gelecek yaprağı bir gün önce gelmişti, bugün gözünü kaybedeceğini önceden tahmin ediyordu. Geleceği çok karıştırmamak gerekir, hikayeler bunu söyler. Bunları düşünürken bile Güvercin kendini kötü hissetmekten alıkoyamadı. Yine de bunu önleyebileceğimi bilmek içimi yakıyor. Ah Nikos, özür dilerim.


Nikos sıkıca Agenor’un omzunu kavradı. “Bu arkadaş kendini suçlu hissediyor.” Sesi neşeli çıkıyordu. “Bana koskoca bir hayat vermişken bir gözü ne yapayım. Bana kalırsa bu iyi bir takas!” Agenor da gülümsüyordu ancak Güvercin fark etmişti, onun da içi benim gibi yanıyor.


Güvercin söze girdi, konuyu değiştirmek istiyordu. “Peki, ne yapıyoruz? Neden buradasınız Felix bayım?”


Felix eliyle nazikçe Nikos’u gösterdi. Nikos konuşmaya başladı. “Bir ejderin peşine düşeceğiz dostum.” Yüzü gülümsüyordu, ellerini heyecanla yanlara açmıştı. “Rubico’nun kuzeyinde bir ejderha görülmüş.”


Güvercin afallamıştı. “Bir ejderhanın İmparatorluk topraklarına girmesi nasıl mümkün olabilir ki?” Şüpheyle Nikos’u süzdü, acaba anlamadığı bir anlam mı içeriyordu sözleri? “Sığınak Paktı yapıldığında bütün ejderhaları uzak tutacak bir büyü yapıldı sanıyordum. Ejderzincir soykırımının bitmesinin ve barışın sağlanmasının sebebi bu paktın kendisi. Bu büyüyü aşıp İmparatorluk topraklarına girmeyi nasıl başarmış.”


Felix öne doğruldu. “Kızımla yaptığımız araştırmalar gösteriyor ki durum düşündüğümüz gibi değil. Büyülü olan şeyler topraklar değilmiş, ejderler bizim haritada çizdiğimiz gibi sınırlardan uzak durmuyormuş.” Kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Esas büyülü olan şey şehirlermiş! Şehirlerin kalbinde özel taşlar yerleştirilmiş ve o taşlar ejderlerin şehirlere girmesini engelliyormuş. Kontrol etmek için Karaktu’nun içindeki taşa da gittim ve gördüm. Bunu sır gibi saklıyorlar. Bu bilgiyi sadece krallar ve o kralların atadığı özel Işıktutanlar biliyor.”


Güvercin düşünceli gözüküyordu. “Peki ejderhalar neden hiç gelmediler? Onları durduran bir şey yokmuş hiçbir zaman.”


Yine Nikos söze girdi. “Bunun hakkında bir fikrim var aslında. Yeni bir savaşa sebep olmak istemedikleri için uzak durdular.”


“Bu çok iddialı bir söz Nikos, böyle bir şey olması için bütün ejderlerin ortak bir anlayışa varması gerekir. Yoksa…” Düşünce nehri hiç olmadığı kadar hızlıydı. Bunlarca yıl ejderhaları çok küçümsemiş olabilir miyiz?


Maria ilk kez konuştu. “Ejderlerin ortak kararlar verdiği bir oluşumu olduğunu düşünüyoruz, bir nevi bir konsey. Ve eğer tüm ejderlerin buluştuğu böyle bir konsey varsa, soyu tükendiği düşünülen bir beyaz ejder yavrusunun da yerini ancak onlar biliyordur.”


Nikos ayağa kalktı. “Kaybedecek zaman yok. Bu gece iyi uyuyun dostlar, yarın sabah kuzeye gidiyoruz. Birikimlerimizi toparlayıp ucuz birkaç at bulabiliyor muyum bakacağım. Trolü temizlemek düşündüğümden daha az para kazandırdı.”


“Buna gerek olmayacak.” Ses Beran’ın yanında ayakta duran Val’den gelmişti. “Buraya gelmeden önce valiye uğradık.” Kendinden gurur duyarak gülümsüyordu. Nikos’a dolu bir kese uzattı. “Bize güzel ve hızlı atlar al Nikos.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı

Anlamsı İki Hikaye