Zengin Çulsuzlar - Şık İnsan Müsveddeleri

Şık İnsan Müsveddeleri

"Üzgünüm Henrick, çulsuzun biri bana ne kadar da kendimi beğenmiş olduğumu söyledi. İnanabiliyor musun?" Hızlı hareketlerle paltosunu çıkardı. "Bunu söyleyenin bir çulsuz olduğundan emin misiniz, efendim?" İhtiyar adamın yüzü her zamanki gibi sorgulayıcıydı. "Elbette! Şık paltosunun içindeki bir beyfendiydi, yani bir çulsuz olduğundan tamamen eminim." Açılmak bilmeyen çantasını zorlamaktan vazgeçip sandalyesini geri çekti. "Ne fark eder Henrick? Hem demek istediğim; o insan müsveddelerinin hepsi de narsistin teki, ben en azından narsist olduğumu kabullenebiliyorum. Hepsi kendini beğenmekten başka bir şey yapmayan hayvanlar. Diğerlerini yargılamak ve kendini beğenmek, hepsi bu..." konuşurken yaşlı adamın yüzüne bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Yeni keşifler yapmış bir çocuk edasıyla sandalyesinden kalktı. "Hem, hem... Nasıl kendimi sevmememi beklerler ki? Çoğundan daha zekiyim, ödüllü sanatçılar eserlerimden faydalanmak için sıraya giriyorlar; felsefi toplantılara, balolara davetler alıyorum ve-" Henrick boğazını temizledi. Boynundaki sarkık deri parçası rahatsız bir harekete başladı. Adam sessiz ama derin bir nefes aldı. "Ve Henrick, nasıl kendimi sevmememi beklerler ki?" Çocuksu heyecanı durulmuştu. "Kendimi sevmeden, başkalarını nasıl sevmemi beklerler. O kadar kötülük var ki, o kadar kötülük var ki öğlen çayında bile tadımın kaçmasına yetiyor bu. Sokaklardan korkuyorum. Sokakta yürümekten korkuyorum. Sokakta bulunmaktan korkuyorum. İnsanlar... İnsan gibi değiller. Evet, açıklaması bu olmalı. Hepsinin içine kötü bir ruh veyahut bir şeytan girmiş! Bunun tek açıklaması bu olmalı. Kırmızıyı görüyorum. Bana doğruyu söyle Henrick, senin de görüyor olman lazım." Yüzünü kaplayan yalvarır ifade, yaşlı hizmetçide en küçük şeye bile sebep olmamıştı. "Herkes yüzünü çevirse de ben görüyorum. Kanın, çamurun ve ateşin o bulanık kırmızısı. Sokakları kaplıyor. Binaların çatısından akıyor, kaldırımların kırıklarından sızıyor ve yağmurla beraber her yeri kaplıyor. İnsanların ayaklarını, giysilerini, yüzlerini kaplıyor. Bazılarında diğerlerinden daha da fazla. Ve kokusu..." Nefes alışları hızlanmıştı, yüzünü ekşi bir ifade kapladı. "O kırmızının yanık kokusu. Gözlerimi kapatsam bile bu kokudan kurtulamıyorum. Kırmızı topraklarda yürüyen ruhsuz şeytanlar var ama esas sorun bu bile değil." Boynu kaskatıydı. Sol elinin istemsizce boynuna götürdü. "Konuşamıyorum Henrick. Hiç kimseyle konuşamıyorum. Dinlemiyorlar. Her şeyi bildiklerini, dünyanın sunacağı her nimete sahip olduklarını düşünüyorlar. Sadece çulsuzlar da değil, hiç kimse!" Göz bebekleri yuvalarında çaresizce bir şey arıyor gibiydi. "Pas kokan o iğrenç kırmızı, sessiz çığlıklar ve söylenmeyen her söze lanet olsun! Her şey, tüm bunlar öyle sert bir yumruk indiriyor ki mideme, bütün organlarım iflas etti diye düşünüyorum. Bütün organlarım iflas etmiş de ben hala yaşıyorum, hissediyorum, anlıyorum diye. Ama asla müdahale edemiyorum." Parmaklarını oynatabildiğini görmek onu şaşırttı. "Kendimi sevmekten başka Henrick, hiçbir şey yapamıyorum. Hiçbir zaman, katiyen, asla."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

1 - Onurdoğan: Yaver

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı