Mutlu Olmayı Unutan Çocuk


Mutlu Olmayı Unutan Çocuk


   Yılın bu zamanında pansiyondaki tek kişinin ben olacağımı düşünüyordum. Çalıştığım iş yüzünden buradaydım ve akıl sağlığı yerinde olan kimsenin, ormanın - ki bembeyaz karlarla kaplıydı tüm ağaçlar- içinde kaybolmuş olan bu ıssız harabeye gelmesinin mümkünatı yoktu. Zaten ben pansiyona vardığımda da beni karşılayan tek kişi yaşlı resepsiyonistdi. Yüzünde bir ağacın gövdesini anımsatacak kadar çok kırışıklık vardı ve gözleri birbirine fazlasıyla yakındı. Bu rahatsız edici görüntüyü desteklercesine bu adam gelmemden duyduğu tatsızlığı gizlemek için hiç çaba sarf etmiyordu. "Tüm odalar boş. İstediğine geç, yerleş. Sıcak su sadece akşam sekizde var. Kahvaltı sabah dokuz çeyrekte, öğle yemeğiyse..."

(...)

   Dışarıdan büyük bir villayı andıran pansiyonun terasında oturmuş kahvemi yudumlarken karların arasında, ileride, bir kırmızılık belirdi. Arabanın motorundan çıkan gürültülü hırıltılar orman boyunca yankılandı ve giderek yaklaştı. İtiraf etmeliyim ki arabayı ilk gördüğümde fazlasıyla heyecanlandım.

   Bu ıssız pansiyona geleli daha üç gün olmuştu ancak ben eğlencemi daha ilk günden yitirmiştim. Yanımda az da olsa vaktimi öldürmeme yarayacak hiçbir şey yoktu. Sadece iş evraklarıyla dolu bir bavul ve birkaç yıllanmış roman...

   Yapacak bir şey bulamayınca pansiyon çevresinde yürümenin bana iyi geleceğini düşündüm. Ancak dışarısı sıfır derecenin altıydı ve birkaç dakikadan fazla durmak nerdeyse imkansızdı. Çizim yapmaya ya da birkaç yazı karalamaya çalıştım. Yine bunlar da sonuçsuz kaldılar ve ilgimi hemencecik kaybettim. Son olarak yaşlı ucubeyle konuşmayı denedim ama bu dışarıda yürüyüşe çıkmaktan daha bile zordu.

   Araba sert bir frenle durdu. İçeriden ilk önce aracın sürücüsü çıktı. Uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü bir adamdı bu.  Arabadan çıktığı gibi göğsünü kabartarak derin bir nefes aldı. Sonsuz bir denizin boğuculuğundan kurtulmuş gibi bir nefes alıştı bu. Hatta öyle ki bu görüntüyü gören bir çocuk, bir anlığına adamın patlayacağını sanabilirdi. Arabanın arka bagajına yöneldi. Eşyaları pansiyona doğru taşırken sol ayağı aksıyordu.
Diğer ön koltuktan çıkan kadının dalgalı siyah saçları ve siyah gözlüğü sebebiyle yüzünü görmek imkansızdı. Tek görünen yüzünün kalanını kaplayan kocaman gülümsemesiydi. Öylesine dikkat çeken ve içimin ısınmasına sebep olan bir gülümsemeydi ki yapmacıklığını hemen kavradım. Gülümsemesini hiç bozmadan arka koltuğun kapısını açtı ve aksak ayaklı adamın tıpatıp aynısı bir çocuğu kucağına aldı. Uzaktan gülüşmeye benzeyen sesler duyuyordum. Hemen ayağa kalktım ve pansiyonun girişine yöneldim. Adam ilginç bir aksanla boş bir oda istedi. Odalarına çıktılar ve ben bütün gece boyunca ailenin neden buraya gelmiş olabileceğini düşündüm. Vaktimi geçirebilecek küçük bir oyun bulmuştum kendime.

   Ertesi sabah, her gün yaptığım gibi yine terasa çıktım ve kahvemi yudumlamaya başladım. Ama bu sefer kahve bir amaç değil araçtı. Sonradan soyadlarını öğrendiğim M Ailesi'nin babası (ona Bay M ve karısına da Bayan M diye hitap edeceğim) içi boşaltılmış olan havuzun kenarına oturmuş içeceğini yudumluyordu. Bayan M ve oğlu (ondan da Gri Göz diye bahsedeceğim çünkü babasından farklı bende bıraktığı tek şey, iç karartan gri gözleriydi) montlarına sarınmış koşuşturuyorlardı. Onları izlemek bile beni yormaya yetti. Kahve fincanımı masada bıraktım ve odamda derin bir uykuya daldım.

(...)

Ürkek bir hayvan misali yanıma yaklaştı. Başı aşağıda "Hikaye dinlemeyi sever misin?" diye sordu. Hikaye dinlemek, ha? Demek ki sıkıntıdan beni çıkarsın diye dört gözle beklediğim kurtarıcım Gri Göz ve hikayeleri olacaktı. "Eminim, anlatacağın tüm hikayeleri duymuşumdur." Ellerini çaresizce sallamaya başladı "Hayır! Bu hikayeyi duymamışsındır." Hızlıca devam etti. "Ben uydurdum hem." Başarısının mutluluğuyla gözleri parıldadı. "Anlat, dinliyorum."

"Burdan çok uzaklarda; tam yüz, hayır bin kilometre uzakta bir krallık ve bu krallığın ünlü bir prensi ve prensesi varmış. Herkes onları tanır ve onlar gibi olmak istermiş. Prens çok yakışıklı bir adammış, prenses de en az o kadar güzel. Prens çok uzun boyluymuş ve yapılı bir vücuda sahipmiş. Benim gibi futbol oynamayı da çok severmiş. Bir sürü arkadaşı varmış. Arkadaşlarıyla bir olup kötü insanları yakalarlarmış. Arkadaşları o kadar fazlaymış ki hiçbir arkadaşının adını unutmasın diye hizmetkarları yatmadan önce bir saat onu çalıştırırlarmış."
Gülümseyerek sordum."Sen de bu 'prens' kadar unutkan mısındır?" Yine heyecanla kollarını sallamaya başladı. "Evet, nerden bildin?" Hafifçe kıkırdadım. "Hiç, içime doğdu öyle."

Anlatmaya devam etti. "Nerde kalmıştım? Ha, evet prens arkadaşlarının adını aklında hiç tutamazmış. Bu arkadaşlarıyla av partilerine gider, balolar düzenler ve gülüp eğlenirlermiş. Ama bir gün prensin başına kötü bir şey gelmiş. Av partileri, balolar, futbol, arkadaşları, hiçbir şey eğlenceli gelmemeye başlamış prense. Eğlenceli gelmiyormuş değil de artık hiçbir şey mutlu etmiyormuş prensi. O mutlu olmayı unutmuş."

Oturduğu yerde sessizce durdu. Yerimde huzursuzca kıpırdandım."Peki, nasıl düzeltmişler prensin bu sorununu?" Gözlerini yere indirdi, o gri gözlerini. "Kimse çözememiş bu sorunu. En ünlü büyücülerden tut, en iyi psikiyatristlere kadar kimse soruna çözüm bulamamış." Hava birden ağırlaşmıştı. Rahatsız edici bir kükürt kokusu geldi burnuma. Kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum. "Senin... Yani prensin bu sorunu için benim yapabileceğim hiçbir şey var mı?" Gri Göz'ün yüzünü bir anda bir karanlık kapladı. "Yok. Hiçbir şey yok. Ne yazık..."

(...)

O günün akşamı restorana normalde gittiğimden bir saat önce gittim. Pansiyon boş olduğu için M Ailesi geldiğinde onları görmemem imkansızdı. Biraz sonra M Ailesinin tüm üyeleri senkronize adımlarla içeri girdiler. Gri Göz'ün anlattığı hikayeden beri, onun etrafına yaydığı karamsarlığı ve girdiği odalardaki aniden ağırlaşan havayı fark etmeye başladım. Midemin bulanmasına sebep oluyordu. İçimden, kalbimin en derininden ona yardım etmek istesem de bilinç altımda hiçbir şeyden, ondan nefret ettiğim kadar nefret etmiyordum.

Boş masalardan birine oturdular. Yaşlı resepsiyonist yanlarına gitti ve ne almak istediklerini sordu. Gri Göz'ün soruyu cevaplamak için başını yavaşça kaldırışı ve bir nefes veriş kadar belirsiz sözleri içimi sızlattı. O an yaşlı ucube için gerçekten üzülmüştüm. Böyle bir çocukla iletişim kurmak ne kadar can sıkıcıydı acaba.
Siparişleri aldıktan sonra, yaşlı adam çocukla konuşmanın verdiği şokun etkisiyle yavaş ve dengesiz adımlarla mutfağa ilerledi. Derin bir nefes aldım. Yanlarına doğru yürümeye başladım. Önce sol ayağım, sonra sağ, sol, sağ, sol, sağ. Bay M. kafasını bana çevirdi. Bu yabancının kim olduğunu merak eden Bayan M. de yavaşça üzerimi süzdü. Ardından Gri Göz'deydi sıra. Bacaklarım titremeye başladı. Güçsüzlük göstermemeliydim, bir hışımla masaya oturdum.

(...)

Bayan M.'nin yapmacık gülüşünden sonra son kez derin bir nefes aldım. Bu soruyu tek seferde sormam gerekiyordu. Gri Göz masaya oturduğumdan beri ağzını açmamıştı. Yani... nerdeyse hiç. Sadece bir kez, bir kez ağzını açacak gibi olmuştu ama... Hayır, hayır beynim beni yanıltıyor olmalıydı. Gri Göz'ün varlığı Bay M.'nin hiç umrunda değildi. Babasının ona attığı bakış kafamda kurduğum bir şey olmalıydı.

"Bu sabah... (çocuğun adını bilmediğimi fark ettim) oğlunuzla konuşma fırsatımız oldu. Çok akıllı bir çocuk. Bana... İlginç bir hikaye anlattı. Size hiç... Bir prensle ilgili bu hikayeden bahsetti mi, mutlu olamayan bir prens?"

Bay M.'nin gözleri bir sineği andırıyodu. Az bir süreliğine de olsa kaçacak bir yer arıyor gibiydiler. Sözlerimden sonra geçen birkaç saniye sessizlik, bir çok duyguyu içinde barındırıyordu. Bayan M. için değil, biz üçümüz arasında geçen gizli bir sözleşmenin ürünüydü bu duygular. Bay M.'nin içinde tutmaya artık zahmet bile etmediği öfke, Gri Göz'ün üzerine yoğunlaştı. Sadece yarım kalp atımı süren bu öfke yoğunluğu kendimi ölmüş gibi hissetmeme sebep oldu. Huzurlu bir ölüm değil, hayır. Geçmişimin yaşayan hayaletlerinin peşimi bırakmadığı, hayallerin arasında kayıplara karıştığım bir ölüm. Sadece göçüp kurtulamayacağım, yaşadığım bu anın tüm ızdıraplarını çekmemi gerektiren bir ölüm. Yani ölümlerin en beteri. 

Haykırarak güldü. "Ah, galiba hangi hikayeden bahsettiğinizi biliyorum. Ama hayır, oğlum anlattığı için değil." Sesi neşe doluydu. "O hikayeyi uyduran kişi ben olduğum ve her gece oğluma uyumasına yardımcı olsun diye anlattığım için biliyorum." Gri Göz; başı hala aşağıda tüm bu zulmün, maskesiz yapılan bu kostümlü partinin bitmesini umuyordu. 

" Bravo oğluma, bu saçma sapan hikayeyi ezberleyip bir yabancıya anlatmış ya... Vay be, bravo ona, bravo. Gerçekten çok iyi bir çocuk o. "

Mavi gözleriyle bana baktı. "Gitme vaktimiz geldi galiba. Vakit de geç oluyor. " Sandalyesini geri itti ve ayağa kalktı. "Prens sizdiniz." O an neden böyle bir şey yaptığımı, yıllar geçmesine rağmen bilmiyorum. Belki sıkıntının verdiği bir heyecan arayışıydı veyahut sadece sesli düşünmüştüm. Ama beni fazlasıyla aşan bir cüretkarlık göstermiştim. 

Gri Göz başını kaldırdı. Konuşmaya devam ettim. "Neden peki? Güzel bir aileniz var, hepiniz çok enerji dolusunuz, hikayeleriniz çok güzel. Baksanıza beni bile bu noktaya sürükledi." Arkasını dönmedi. Yine de konuştu. "İşimde yeteneksizim. Hayatım boyunca her şeyi bir sonraki güne iteledim ve şimdi hiçbir şey başaramamış, günü geçirmeye çalışan bir insana dönüştüm. Eskiden çok şey başarmayı hayal ederdim. Yaşamamın bile anlamı kalmadı. Eminim bensiz daha iyi olur ailem. Ama ölmekten bile o kadar korkuyorum ki! Bunu bile ba..." Sustu. Ona sımsıkı sarılan bu zayıf çocuk onu öyle bir güçle sarıyordu ki dev bir taşı ortasından çatlatabilirdi. Gri Göz'ün başı dönmeye başladı. Daha çok sıkıyordu babasını. Hiçbir aşığın sevgilisini sıkmadığı kadar çok sıkıyordu. Ağlamaya başladı. Sesi çatlak çıkıyordu. "Nasıl bunları söyleyebilirsin! Bu dünyada en sevdiğim insana nasıl bu haksızlıkları yapabilirsin!" Bir eliyle babasının göğsünü yumruklamaya başladı ama diğer eli sıkmayı bırakmıyordu.

Masadan yavaşça kalktım. Neler olduğunu anlamayan Bayan M.'yi de yanıma alarak restorandan ayrıldım. Ayrılmadan önce son gördüğüm şey çocuğun mavi gözlerinin mutluluktan parıldamasıydı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

1 - Onurdoğan: Yaver

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı