Unutulmuş Bir Mahkum - Yürüyenler


Yürüyenler


Parmaklıkların arasından ağaçları görebiliyordu. Ne garip, sanki ilk defa karşılaşıyor gibiydi ağaçlarla. Bunların ağaç olduğundan da emin değildi ki. Yere bağlanmış bulutlar neden olmasınlardı? Ama onun elinden gelen bir şey yoktu! Hayatının yarısından çoğunu parmaklıkların arkasında geçirmişti. Göz açıp kapayıncaya dek geçip gitmişti zaman. Çünkü unutuyordu. Kim olduğunu, neyi yemeyi sevdiğini -yağmuru hisseden, dışarıda koşuşturup duran insanlar (onlara "Yürüyenler" diyordu) ona ne verirlerse onu yiyebiliyordu-, hatta neden burda olduğunu bile unutmuştu.

Kendi yuvasında yalnızdı. Sadece yürüyenlerin konuşmaları ve geldiği süre boyunca tek eğlencesi olan mevsimler vardı. Bazen sesler gidiyor, mevsimler hiç geri gelmiyordu. Üzülüyordu o, gerçekten yalnız olduğunu o zaman fark ediyordu işte. Sessizliğin kulak tırmalayan sesi acı vericiydi, tüm detaylarını ezberlediği tablo mide bulandırıcıydı artık. İki ağaç -aralarında tahminen 1 metre (ne yazık ki hiç emin olamıyordu)-, ağaçların arasında unutulup gitmiş eski bir araba lastiği, ağaçların arkasındaki uzun beyaz çitler, hemen çitlere bitişik şekilde duran geniş bir masa ve dört sandalye -en sevmediği şeyler de bu sandalyelerdi, yürüyenler için bu kadar geniş bir dünya varken neden oturmayı tercih ediyorlardı? Saçmalık.

Kendi kendine konuştu. Sesi hırıltılı çıkıyordu. "Yeter artık, yeter artık". Kendi sesini duymak garip hissetmesine neden oldu. Bu gariplik ayrı bir haz veriyordu, devam etti: -Dışarıda yağmur var, kalın giyin. -Yemek ne kadar güzel, yemek çok güzel. -Hayır, hayır! -Evet, evet!

Kendi kendine kıkırdadı. Bu küçük oyun gerçekten de mutluluk vericiydi. Söyleyecek başka şeyler düşündü. -Alo, kimsiniz ? -Kim aradı? -Hiç kimse, hiç kimse. -Hemen gitmeliyim.

Kıkırdamaya devam etti ve oyununu sürdürdü. Aynı şeyleri tekrar etti, etti ve etti. Birden kapı açıldı. İçeriye iki yürüyen girmişti bu sefer. Üstlerindeki siyah paltoları çıkarıp astılar. Yürüyenlerin görüntülerini aklında tutamaz, hemencecik unuturdu. Bu yüzden olacak ki yürüyenlerin zayıf ve yorgun yüzleri hiç dikkatini çekmedi. -Alo kimsiniz ?

Sanki onun varlığını yeni fark etmiş gibi ona baktılar. Diğerine nazaran daha küçük olan -gözleri yaşlıydı- üst kata çıktı. Adımları hızlanmıştı papağanın söylediğiyle. -Anneme n'oldu? -Hemen gitmeliyim. -Kalın giyin, kalın giyin.

Papağan yürüyenlerin ilgisini çekmenin verdiği mutlulukla kıkırdamalarının şiddetini arttırdı. Uzun yürüyen, yavaşça kafese yaklaştı. Kafasını eğdi ve tüm vücudunun - hatta ruhunun bir kısmının- bu küçük yaratığın sözleri ile sarsıldığını hissetti. Sanki yıllar öncesinden bir anıyı hatırlamış gibi papağana uzun uzun baktı. Bu hüzünlü bir anıydı, belli.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

1 - Onurdoğan: Yaver

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı