Hatırlamak İstediğim

Hatırlamak İstediğim

 

Bir insanı, bir insanın sevebileceği kadar sevmek yetmez bazen. Daha ötesi gerekir, daha fazlası. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı zamanlarda, sessizlik yardıma koşar. Söylenmemiş her kelimeyi bin misli bağırır. Ama bu da yeterli değildir. Bütün bu duygu fırtınası kalıplara sığamaz. İşte o zaman, bazı insanlar imkansızı başarır. Cansız tuvaller ve her gün gördüğümüz renkler parlamaya karar verir. Farklı suretlere bürünürler. Hayatım boyunca düzenli bir şekilde gördüğüm mavi, bu tablonun üstündeki büyülü darbelerle aynı olamaz, aynı değildir de zaten. O maviyi özenle seçip en ince dokunuşlarla oraya yerleştiren yaratıcının konuşma şeklidir bu, dünyanın varoluşundan beri herkesin bildiği bir dil! Zaman onu eskitemez, sadece daha da güçlendirir. Her meraklı gözle bu eserler tekrar tamamlanır. İnsanlar kendine mahsus duygularıyla bakar ve bu mavi herkese farklı gözükür. Ben de öyle yapıyordum. Bir insanın sevebileceğinden daha fazlasını hak eden bir insanla tüm bu tabloları kendi anılarımda esir ediyordum. Başka kimsenin bizim gördüğümüz gibi göremeyeceği bu tablolar, bizim gizli hazinemizdi.

 

Virüs yüzünden evlere kapanmak zorunda kaldığımız şu günlerde bu özel kişiyle Amsterdam’da bulunan bir müzeyi gezme düşüncesi, aklıma geldiği an beni çok eğlendirmişti. En şık kıyafetlerimizi giyip kamera karşısına çıktık. Amsterdam’ın yılın o zamanı soğuk ve rutubetli olan havasına kendimizi kaptırmak için, bu buluşmayı gece vakti yapma konusunda sözleşmiştik. İnternet üzerinden yapacağımız bu sanal müze gezimizde ilk karşılaştığımız şey Van Gogh’un otoportreleri oldu. Kronolojik bir sırayla yerleştirilmiş bu tablolar, gitgide farklılaşıyordu. Gayet şık giyimli, düzgün ve olabildiğince keskin çizgilerle tasvir edilen bu adamın yerini kırık bir hâli almıştı. Ömrüyle beraber bitecek olan sanatının son yıllarında olan bu adam, çizgilere ihtiyaç duymuyor gibiydi. Etrafını saran koyu dalgalarla hareket ediyor, gerçek renklerini reddedip hayalindeki renklerle bütünleşiyor ve bize hatırlanmak istediği gibi gözüküyordu. Başka hiç kimseye benzemeyen, masum bakışlı ve sınır tanımayan biri. Hayatı boyunca olduğu kişiden kaçan bu adam artık korkmayı bırakıp kendi benliğini benimsemiş ve bu yüzden hiç olmadığı kadar güzel gözüküyordu.


Otoportrelerden sonra bir üst kata çıkmaya başladık. Sanatçılığının ilk yıllarında yaptığı tablolar karşımızdaydı. Nerdeyse her resmi tüm detaylarıyla inceliyor ve aklımızdan geçen bütün düşünceleri paylaşıyorduk. Âşık olduğunuz kişinin gözünden dünyaya bakmak büyüleyicidir. Onun düşünceleriyle tablolar yeni renklerine kavuşuyordu. En sıradan tablo bile farklılaşıyor ve asla eskisi gibi görünmüyordu. Yaptığımız bu yolculuğun katbekat güzelleşmesini, benim için ayrı bir yere sahip olmasını sağlıyordu.

 

Van Gogh’un ilk tablolarına baktığım zaman, bu tabloların barındırdığı boşluğu ve bu boşluğun yarattığı sıkışıklığı hissedebiliyordum. Bu boğucu bir boşluktu. Resimler, çerçevelerinden kurtulup etrafa saçılmak istiyordu adeta. Tuvaller ona küçük geliyor gibiydi. Ancak büyük duvarları kaplayan dev tablolarında bile bu boşluk tüm resme hakimdi. Sahip olduğu yetenekleri öylesine sunmaktan çekiniyor gibiydi. Eğer kendisini çok belli ederse insanların onu beğenmeyeceğini, resimlerine bakmak istemeyeceğini düşünüyordu adeta. Bana kendi arayışının bir izi gibi hissettirdi bu. O boşluğu sahiplenip resminin bir parçası yapması gerektiğini biliyordu ama nasıl yapacağını bulamamıştı.

 

Müzenin en üst katına çıktığımızda fark ettim, hayata veda etmeden önce yaptığı son resimlerin olduğu kata. Boşluk onun olmuştu. İki yıl gibi kısacık bir sürede bu boşluğu resminin bir parçası yapmakta ustalaşmıştı. Şu an bile gözümün önünden gitmeyen bir tablo sayesinde bundan tamamen eminim.

 


Büyümeye devam eden dallar düşünülerek konmuş bir boşluk var bu tabloda. Gördüklerim bana umut veriyor. Doğanın bütün zarifliğiyle açan çiçekler, içimde tatlı bir sıcaklık oluşturuyor. Geleceğe dair duyduğum tüm endişelerin vücudumdan yok olduğunu hissediyorum. Bütün fırça darbeleri olması gerektiği yerde. Renkler alışıldık değil ancak bu beni rahatsız etmiyor. Sanki dünyadaki diğer bütün ağaçlar kendilerine yanlış renkler seçmiş de olması gereken buymuş gibi hissediyorum. Tüm çiçekler birbirinden farklı ve iç içe geçmiş. Bir dalın hangi yöne gideceğini bilmek mümkün değil ancak her zaman gidilebilecek bir yönün var olduğunu bilmek güzel. Bazı dalların yolları kesişmiş, beraber devam ediyorlar yolculuklarına. Resim olabildiğince sade ve düz ancak bitmeyen bir hareket sunuyor. Hayat devam ediyor.

 

Bu gezi boyunca hayatımda varlığını bile bilmediğim tablolar gördüm. Sadece sıradan hissettiriyordu çoğu. Van Gogh’un değillerdi sanki, başka birilerinindi. Kendinden öyle çekinmişti ki yeteneğini bile bu tablolardan sakınmıştı. Hiçbir insan kendinden korkmamalı. En yükseğinden bir çığlık gibi kendi adını haykırmalı. Her birimiz birbirimizden farklıyız ve bizi özel yapan da bu.

 

Yanımdaki özel kişiyle unutulmaz bir gündü kesinlikle. Biraz garip bir yorum olacak ancak kendisi bir tabloda görmeyi bekleyeceğiniz türden bir kadındı. İçten gülüşü ve mavi gözleriyle Van Gogh’un uçuk tablolarının yanında eminim çok güzel dururdu. İnsanın yaşamına her şeyi paylaşabileceği bir insanla devam etmesi güzel, anılarını bile. Bu gezi fark etmemi sağladı, dünya onunla daha da bir renkli.

 

Anıl Tan Aktan

22002351

 

 

Kaynakça:

Van Gogh, Vincent, Almond Blossom, 1890, Resim.

Van Gogh, Vincent, Self-Portrait, 1889, Resim.

Van Gogh, Vincent, Self-portrait with Pipe, 1886, Resim.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mitolojiler ve Halk Folklorlarında Karga-Kuzgun Motifi

1 - Onurdoğan: Yaver

5 - Onurdoğan: Benzediği Kadar Farklı